Pozitivizm
Felsefe ve sosyolojide önemli bir yere sahip olan pozitivizm kavramı, genel itibariyle, gözlenebilen ve deney yoluyla açıklanabilen anlamlarına gelmektedir. Yalnızca olguların bilinebilir olduğu ve doğru bilgiye bu şekilde ulaşılabileceği söylenmektedir. Bilimin konusu olarak da, deney ve gözleme dayalı bilgi dışında, kanıtlanamaz nitelikte olan olgular kabul edilmemektedir. Amprik bilimleri tek gerçek kaynak olarak gören pozitivizm, tümevarım yöntemiyle olguları açıklamaktadır.
BÖLÜM 1Pozitivizmin Tarihsel Gelişimi
Pozitivizm, aydınlanma çerçevesinde, ilk kez 19. yüzyılda kavramsallaştırılmıştır. Kökenleri Antik Yunan’a kadar uzansa da, pozitivizm adını ilk Saint Simon kullanmıştır. Sosyolojinin kurucusu olarak anılan August Comte ise bu kavramı sistematik bir hale getirmiştir.
Rönesans ve reformun etkisiyle başlayan Aydınlanma hareketleri, temelini, insan ve bilgiyi öğrenme isteğinden almaktadır. Toplumsal katmanların her birinin ve insan hayatının genelinin eleştirilebilir olması gerekmektedir. Aydınlanma dönemi öncesi dogmalar ve geleneklere bağlı olan toplum, artık, doğa bilimleri ve bilimsel bilgiye yüzünü dönmüştür. Bu dönüş, insan aklıyla mümkün olmaktadır. Pozitivizm de, Fransız İhtilali ve sonrasında gelişen Aydınlanma hareketleri gibi düşün süreçleri sonucu ortaya çıkmıştır.
BÖLÜM 2Comte ve Pozitivizm
Pozitivizmin isim babası olan Saint Simon’ın asistanlığını yapan August Comte, bu yıllarda fizik, kimya ve matematikle ilgilense de asıl olarak sosyolojinin bir disiplin haline gelmesini sağlamıştır. Fransız İhtilali ve devrimin getirdiği yeni akılcı tutumla hareket eden Comte, aslında, toplum yapısının bu şekilde bir anarşi ile değişmesinden son derece rahatsızlık duyuyordu. Ona göre, toplumu anlamlandırmak ve yeniden yapılandırmak ancak bilim ve bilimsel bilgi ışığında gerçekleşebilirdi. Dönemin düşünürlerini eleştiren ve bu noktada onlardan ayrılan Comte, esasında Katolik çizgide düşünse de, Orta Çağ skolastik yapısına asla geri dönülemeyeceğini de belirtmiştir. İki farklı çizgiye de tam anlamıyla uymayan fikirleri nedeniyle yeni bir disiplin ortaya koymuştur.
Comte, tüm insanlık tarihini, insanların, çevrelerindeki toplumsal olgu ve olayları ne şekilde açıkladıklarına bakarak 3 evreye ayırmıştır:
- İlahiyatçi
- Metafizik
- Pozitivist
Yalnızca tarih değil, toplumlar, insanlar ve bilimler de bu düşünsel süreçlerden geçmektedir. Ona göre, ilahiyatçı ve pozitivist evrelerle açıklanabilen kavramlar, bu ikisi arasındaki geçişin çok keskin olması nedeniyle metafiziğe ihtiyaç duymaktadır.
Comte’a göre, artık, ilk iki aşama bırakılmış, olaylar ve olgular nedensellik ilkesi çerçevesinde deney ve gözlem yoluyla açıklanmaya başlamıştır. Bu da, pozitivizmle mümkün olup, sonucunda, uzam ve zamandan bağımsız kurallara ulaşılabilmektedir. Pozitivizme göre, hem insan hayatının hem toplumsal hayatın belli bir kurallar sistematiği çerçevesinde devam etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, kaos hüküm sürecektir. Anarşi içeren bir devrimden ziyade entelektüel bir değişimi savunan Comte, toplumsal hayata gelmesi gereken düzenin de pozitivizmin egemen kılınmasıyla mümkün olacağını düşünmektedir.
BÖLÜM 3XIX. Yüzyıl Düşünürleri ve Pozitivizm
August Comte, pozitivist paradigmayı geliştirirken, ardından gelecek olanları da etkilemiştir. Mill, Spencer ve Durkheim gibi sosyologlar, kendisine eleştirilerde bulunsalar da, hem pozitif bilimlerin metodunun deney ve gözlem olması gerektiği hem de amprik yöntemin temel alınması gibi konuları benimseyip geliştirmişlerdir.
Genel itibariyle liberalizm ve pragmatizm üzerine yoğunlaşan John Stuart Mill, özellikle bugünkü anlamıyla ekonominin temellerinin atılmasını sağlayacak çalışmalar yapmıştır. Hem Saint Simon hem de Comte’dan etkilenerek, Comte’un üç evresi ve toplum/tarih anlamlandırma yöntemlerini benimsemiştir. İnanç ve düşünce özgürlüğünü savunan Mill, bireyin de bu bağlamda özgür olması gerektiğini söylemiştir. Comte’un sosyal değişme olgusunu da benimseyerek, toplum ve bireyin karşılıklı etkileşim içinde olduğu ve bireylerdeki değişikliğin en sonunda toplumun tüm katmanlarını etkileyeceği görüşünü savunmuştur. Comte’un pozitivist anlayışından ayrıldığı nokta ise mantık alanıdır. Deneyi geride bırakan Comte’un aksine deney ve gözlemin bilimin en önemli şartı olduğunu düşünür.
Herbert Spencer, toplum hayatının, ancak, dış etkenlerden bağımsız bir şekilde gelişebileceğini savunur. Comte ile aynı şekilde, toplumsal düzenin kurallarını ortaya koymanın yolunun pozitif bilimler olduğunu savunur. Fakat Comte düşün dünyasını temel alırken Spencer ise harici dünyanın kurallarının bulunup ortaya çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Comte’a göre, modern dünyadaki ahlaki çöküntü pozitivist bir ahlak anlayışıyla düzeltilebilir. Spencer ise, Darwinciliğin ve evrimin de etkisinde kalarak, ahlakın bireylere öğretilemeyecek yapıda olduğunu düşünür. Bu bağlamda, Spencer, bireyciliğin ön plana çıktığı bir toplum yapısını savunur. Toplumların homojenden heterojene doğru yol aldığını söyleyerek organizmacı toplum modelini ortaya koyar.
Hem pozitivizmin hem de dolayısıyla sosyolojinin gelişmesine büyük yararı dokunan Emile Durkeim, bu disiplini kurumsallaştıran ilk düşünür olarak bilinmektedir. Tıpkı Comte gibi, bir toplumsal olgunun diğer bir olgu tarafından meydana getirildiğini savunur. Bu olgular, sonucu üreten sebeplerin araştırılmasını kapsar. Comte’a getirdiği en büyük eleştiri ise, onun, gözleme önem vermeyerek teorisini doğrulamaya çalışması olmuştur.